Mary Shelley bilim kurgu romanı Frankenstein’ı yaklaşık 200 yıl önce yayınlandı. Peki ama 18 yaşında genç bir kız bu ilginç kitabı neden yazdı?
Mary Shelley, romanının 1831 baskısının girişinde, Frankenstein’ı yazarken onu etkileyen bazı fikirlerden bahsediyordu. Bu yazıda biz de onun bu romanı yazarken hangi fikirlerin etkisi altında olabileceğinin izini sürelim.
1816 yılı, ortalama küresel sıcaklıkların 0,4-0,7 °C düşmesine neden olan şiddetli iklim anormallikleri nedeniyle Yazsız Yıl olarak bilinmektedir. Diğer kıtalarda da etkileri hissedilirken özellikle bu dönemde Avrupa kıtası neredeyse kesintisiz yağmura, bulutlu gökyüzüne ve normalden düşük sıcaklıklara maruz kaldı.
Bu dönemde Mary Godwin (henüz Shelley değildi), sevgilisi Percy Shelley, üvey kız kardeşi Claire Clairmont, Lord Byron ve Byron’ın yol arkadaşı Doktor John Polidori, Byron tarafından kiralanan bir villaya altı haftalık bir tatil için yerleştiler. Ancak elbette yağmur ve kasvetli hava onları çoğu zaman içeride tutuyordu. Can sıkıntısı içinde, Byron bir yarışma önerdi. Her biri bir korku hikayesi yazıp bunu birbirlerine okuyacaklardı. Bu Frankestein’ın doğum zamanıydı.
Mary Shelley Frankenstein’ı Yazmak İçin Etkileyen Dönemin Popüler Fikirleri
Romanın kaleme alındığı dönem, olağanüstü bilimsel ilerlemelerin olduğu bir zamana denk geliyordu. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibiydi.
Cansız Bir Maddeden Canlı Bir Maddenin Oluşması
Masanızın üzerinde bir parça şeker unuttuğunuzu düşünelim. Ortada hiç karınca görmeseniz bile bir zaman sonra etrafı karıncaların sarması muhtemeldir. Günümüzde bu bize ilginç gelmese de bu durum bir zamanlar oldukça farklı yorumlanmaktaydı. Bunun sonucunda da bilim insanları “kendiliğinden oluşum” fikrini ortaya attılar.
1600’lü yıllarda, Van Helmont bunu sınamaya karar verdi. Kirli bir gömlek yığınının üstünü buğdayla kaplayıp, sonucu gözlemeye başladı. Sonuçta, gömlek fare doğurmuştu. Mikroskoplar olmadan, önce minik yumurtaları ve diğer böcekleri görmek imkansızdı. Bu nedenle bu fikri yanlış yorumlamamak gerekir.
İtalyan bilimci Francesco Redi Van Helmont’un deneyini, kutuya kapatarak kontrollü yaptı ve elbette bu durumda ortalıkta fare falan yoktu. Fikir tam çürütülecekken, mikroskop bulundu. Bunun sonucunda fikir tekrardan hortladı. Bir su damlasına baktıklarında, içinde kıpır kıpır canlılar görülmekteydi. Bunların bakteri olduğunu elbette zaman içinde öğrendik. Ancak tüm bu çalışmalar fikri on dokuzuncu yüzyılın başlarında hala çok günceldi. Frankenstein’da Shelley bu bilgilerin etkisi altında kendiliğinden oluşum fikrini bir uç noktaya taşımak istemiş olabilir.
Plastik Cerrahideki İlerleme
İnsan anatomisine olan hayranlık, on dokuzuncu yüzyılın başında zirveye ulaşmıştı. Büyük şehirlerde bir dizi özel anatomi okulu açılmaktaydı. Bu okullarda anatomi profesörleri ve cerrahları, bilgi ve becerilerini hevesli tıp öğrencilerine aktarmaya başlamıştı.
Elbette o dönemlerdeki cerrahı çalışmalar bir Frankestein yaratmak hatta organ nakli yapmak gibi konular ile ilgilenmiyordu. Ancak plastik cerrahide şaşırtıcı bir ilerleme vardı. On altıncı yüzyılda giderek artan sayıda düello, giderek daha fazla insanın ciddi yaralar alması anlamına geliyordu. Oluşan hasarı düzeltmek için vücudun başka bir bölgesinden, genellikle kolun üst kısmından deri greftinin kullanılmasına ilgi vardı. Anatomi okulları ve tüm bu cerrahi çalışmaların Shelley’e ilham vermiş olması muhtemeldir.
Stephen Gray ve Uçan Çocuk Deneyi
Frankenstein’ın yazılmasından önceki yüzyıl, elektrik ile ilgili anlayışta ilerlemeler başlamıştı. Ancak elbette elektriğe dair neredeyse hiçbir şey bilinmiyordu. O dönemlerde İngiliz Stephen Gray emeklilik yıllarını elektrik deneyleri yaparak geçirmekteydi.
Gray odasında oturmuş, gelişi güzel cam tüpleri eliyle ovuşturuyor ve sonra bu cam tüplerle tüyleri topluyordu. Ama çok geçmeden garip bir şey fark etti. Cam tüpün üzerine mantar bir tıpa taktığında, onun da tüyleri çekebildiğini görmüştü. Bir şekilde bu çekim kuvveti camdan, kendiliğinden, “elektrikli” olmayan tıpaya geçiyordu.
Gray bu “elektriksel meziyeti” araştırmaya başladı. Sonucunda teorilerini göstermek için, biri “uçan çocuk” olarak bilinen gösteriler tasarladı. Bunun için yetim bir çocuk kullandı. Gray, çocuğa ipekten bir askı yaptı ve 20 kiloluk çocuğu odanın tavanından aşağı, yere paralel duracak biçimde sarkıttı. Gray, cam tüpü ovuşturdu ve oğlanın çıplak ayağına dokundurdu. Yerdeki toz öbekleri, yukarı doğru çekilerek oğlanın eline yapışmıştı.
Sonrasında bu olgunun insanlar dışında başka canlılarda da işe yarayıp yaramadığını merak etti. Sonucunda bir horoz üzerinde deneyi tekrarladı. Çocuktaki etkinin aynısı horozda da vardı. Ayrıca gagasından, ayaklarından ve tırnaklarından kıvılcımlar çıkıyordu. Bir platform üzerinde yatan, havaya kaldırılan, kıvılcımlar çıkaran bir vücudun görüntüsü, romanın baş karakteri Victor Frankenstein’ın canavarını hayata geçirdiği modern film tasvirlerinden çok uzak değil.
Benjamin Franklin’in ünlü uçurtma deneyi
Frankenstein’ın yaratığının hayata geçirildiği anın sinematik tasvirleri, arka planda genellikle şiddetli bir gök gürültüsüne sahiptir. Mary Shelley belki de tüm zamanların en ünlü elektrik deneylerinin biriyle ilgili hikayede etkilenmişti. Bilmeyenler için deneyi kısaca aktaralım.
Hikaye, Franklin ve oğlunun bir uçurtmaya bir anahtar bağlayıp onu fırtınalı bir havada uçurması ile ilgilidir. Uçurtma deneyinin gerçekleştirildiği tarih tam olarak bilinmemekle birlikte, deneyin 15 yıl sonrasında yayımlanan kitabında deneyin detaylarını aktaran Joseph Priestley’e göre Benjamin Franklin 1752 yılı Haziran ayında Philadelphia’da uçurtmasını uçurmuştu. Ancak hatırlatalım. Uçurtma deneyinin varlığı ya da sonuçları hakkında Benjamin Franklin tarafından kaleme alınan bir yazı yoktur.
Shelley, Franklin’in deneyine atıfta bulunsa da, yaratığı hayata geçirme sürecinin bir parçası olarak gök gürültülü fırtınalardan bahsetmedi. Bir şimşek çarpması, Victor Frankenstein’a bilim çalışması için ilham verir ve bir şimşek fırtınası, Victor ile eseri arasında dramatik bir karşılaşma için zemin sağlar.
Elektrik ile Ölüleri diriltmek
Mary Shelley, İtalyan bilim adamı Luigi Galvani’nin çalışmaları olmasaydı, Frankenstein’ı yazmayabilirdi. Galvani’nin büyük atılımı 20 Eylül 1786’da, bir kurbağanın omuriliklerinin elektrik yükü taşıdığını -tamamen tesadüfen- keşfettiğinde gerçekleşti. Galvani, ‘hayvan elektriği’ olarak adlandırdığı, vücudun sinirlerinde doğuştan gelen bir kuvvetin kanıtını bulduğuna inanıyordu.
Galvani’nin kuramı birçok insana akla yakın geldi. Bu etki galvanism olarak adlandırıldı. Ancak bir sonraki adımı Luigi Galvani’nin yeğeni olan İtalyan doğa filozofu Giovanni Aldini attı. İnsanları canlandırmak için elektriğin kullanılıp kullanılamayacağını görmek istedi. Aldini’nin teorilerini test etmek için çok taze bir cesede ihtiyacı vardı. 1803’te karşısına bu imkan çıktı. George Forster cinayetten hüküm giymişti. 17 Ocak 1803’de idam edilen gencin bedeni, idamdan sonra Aldini’ye teslim edilecekti.
Aldini, Forster’ın göğsünü açtı, kaburgalarını kırdı ve doğrudan kalbe elektrik şoku verdi. Elbette canlandırma girişimi başarısız olmuştu. Ancak Aldini’nin ölülerle yaptığı bu deneyler büyük ilgi gördü. Frankenstein 1818’de yayınlandığında, okuyucular, yaşamın elektrikle yaratılabileceği veya restore edilebileceği fikrine aşina idi.
Frankenstein modern gözlere fantezi gibi görünür. Ancak yazarı ve orijinal okuyucuları için fantastik bir yanı yoktu. Tıpkı yapay zekanın şimdi bir dizi tepki ve argümanı harekete geçirmesi gibi, o zamanlarda da bilimdeki bu yeni olasılıklar insanların hayal gücünü zorluyordu. 1818’de Frankenstein yayınlandığı zaman bu kadar popüler olmasının arka planındaki neden buydu.
Kaynaklar ve ileri okumalar:
- What Inspired Mary Shelley to Write Frankenstein?; bağlantı: https://study.com/
- Five experiments that might have influenced Mary Shelley’s Frankenstein; Yayınlanma tarihi: 23 Şubat 2018; Bağlantı: https://www.sciencefocus.com/
- Frankenstein: the real experiments that inspired the fictional science; yayınlanma tarihi: 26 Ekim 2018; Bağlantı: https://theconversation.com/
Matematiksel