Siyasetten kültüre uzanan pek çok sorunda insanlık, “kabilecilik” kavramını suçluyor. Oysa bu açıklama hem hatalı hem de yanıltıcıdır.

Desmond Morris, ilk kez bir futbol maçına gittiğinde 45 yaşındaydı ve o sıralar Malta’da yaşıyordu. Futbola özel bir ilgisi yoktu, ancak oğlunun ısrarını kıramayarak kendini stadyumda buldu. Maç oldukça çekişmeli geçti ve rakip takım taraftarları arasında çıkan kavga nedeniyle yarıda kesildi.
Morris, insanların takımları için nasıl canla başla dövüştüğünü görünce meraka kapıldı. “İnsanları futbol gibi önemsiz bir olayda bile böylesine güçlü bir savunmaya iten şey neydi? Onları canları pahasına kavga etmeye sürükleyen neydi?”

Fotoğraf: Universal History Archive
Ancak dünya onu bu sorusuyla değil, verdiği cevaplarla hatırlayacaktır. Zoolog ve sosyobiyolog olan Desmond Morris, insan doğasını diğer hayvan türleriyle kıyaslayan ve büyük yankı uyandıran “Çıplak Maymun” adlı kitabın yazarıdır.
Morris, insan davranışlarını biyolojik ve evrimsel kökenleriyle açıklamaya çalışırken, futbol sahasındaki rekabetin de insanın ilkel içgüdülerine dayandığını savunuyordu. Ona göre, futbol sadece bir spor değil, insanın tarih öncesinden gelen kabilecilik ve grup dayanışması içgüdülerinin modern bir yansımasıydı.
1977’de İngiltere’ye döndüğünde Desmond Morris, futbol kültürünü daha yakından incelemeye başladı. Dört yıl boyunca oyuncuları, yöneticileri ve en önemlisi taraftarları dikkatle gözlemledi. Bu araştırmalarının sonucunda, The Soccer Tribe (Futbol Kabilesi) adlı kitabını yayımladı.
Kitabında futbola bir tür “savaş” benzetmesi yaparak, taraftarların eski savaşçı “kabile” ritüellerine benzer eylemler sergilediklerini savunacaktı.. Ona göre, her futbol kulübü bir kabile gibiydi. Bu kabilelerin kendilerine ait bölgeleri, liderleri (yöneticileri), akıl hocaları (teknik direktörleri), doktorları, kahramanları (yıldız oyuncuları), piyadeleri (savunma ve orta saha oyuncuları), formaları, müttefikleri ve ezeli düşmanları vardı.
Morris’e göre bu olgu, insanların kolektif hareket etme ve aidiyet ihtiyacından kaynaklanıyordu. Aynı zamanda evrimsel bir içgüdünün modern bir yansımasıydı. Ancak bu doğru değil.
Kabilecilik Nedir?
İnsanlar, nesneleri ve birbirlerini sınıflandırma konusunda son derece yeteneklidir. Tanıdığımız kişiler ve gruplara dair sahip olduğumuz bilgileri genelleyerek, yeni karşılaştığımız insanlara bu ölçütleri uygularız. Bu sayede son derece karmaşık olan toplumsal yapıyı daha kolay yönetebiliriz.
Günlük yaşamda bize zaman kazandıran bu sosyal kestirme yolu, insanın milyonlarca yıllık evrimsel sürecinde gelişmiştir. Çünkü karşılaştığımız kişileri nasıl algıladığımız ve onlarla nasıl etkileşim kurduğumuz, insan olmanın temel zorluklarından biridir.
Bu sınıflandırma yetisi bebeklikte başlar. Dokuz aylık bebekler, yabancıları gördüklerinde kalp atışları hızlanır. Ancak birinin “yabancı” olup olmadığı, bebeğin daha önce kimi görüp kiminle etkileşime geçtiğine bağlıdır. Bebeklerin tepkileri sadece fiziksel görünüme değil, sosyal bağlam ve deneyime de bağlıdır. Yüzlere, renklere veya diğer işaretlere değil, insanların davranışlarına özellikle de iyi niyetli davranışlara öncelik verirler.
Bu durum şaşırtıcı değildir. Bebekler çok erken dönemlerden itibaren başkalarına karşı nazik davranan kişilere daha olumlu tepki verir. Bu, kendilerine nazik davranan kişiler olabileceği gibi başkalarına karşı nazik olan kişiler de olabilir. Bu sistem o kadar güçlüdür ki, bebekler bazen hayvanlara veya kuklalara bile, eğer başkalarına karşı iyi davranıyorlarsa, daha olumlu yaklaşır.
Ancak yaklaşık ilk bir yaşa kadar bebekler, insanları gruplaştırarak tanımaz. Sadece bireyleri ayırt ederler. “Biz” ve “onlar” ayrımını kendiliğinden yapmazlar; insan zihni bu tür grup sınıflandırmalarını sonradan öğrenir.
İnsanlar “Biz ve Onlar” Ayrımıyla Evrimleşmedi
İnsanlar doğuştan insanlığı gruplara ayıran sabit bir sisteme sahip değildir. Ancak bir kez bu tür ayrımlar geliştirdiğimizde ya da öğrendiğimizde, onları kullanmak için zihinsel kestirme yollar yaratırız.. Buradaki kritik nokta şudur: “biz” ve “onlar” gibi kategoriler doğuştan belirli değildir. Esnektirler ve mutlaka çatışma yaratmazlar.
Yakın zamanda yapılan bir sinirbilim derlemesi, beynin insanları gruplara ayırırken nasıl çalıştığını inceledi. Bulgular, grup içi ve grup dışı ayrımların biyolojik olarak sabitlenmiş olmadığını gösteriyor. Aksine, beyin kendiyle başkaları arasındaki farkları temsil edebilen son derece esnek bir sistemle çalışıyor. “Biz ve onlar” arasındaki sınırlar hızla değişebilir. Bu da kalıtsal bir ayrımcılık anlayışıyla çelişir.
Yeni araştırmalar, insan evriminde gruplar arası çatışmanın etkisini abartan yaklaşımları sorguluyor. ŞFosil ve arkeolojik kanıtlar, savaşın evrimsel süreci belirleyici ölçüde etkilediğini göstermiyor. Yüz binlerce yıl önce insanlar birbirine ulaşıyor, bilgiyi ve gelenekleri paylaşıyor, sosyal bağlar kuruyordu.
Taşlar, mineraller, ateş kullanımı gibi teknolojik beceriler ve genetik izler pek çok topluluk arasında yayılmış durumda. Eski insanlara dair araştırmalar, gruplar arası merhamet ve işbirliğinin insanlara özgü bir özellik olduğunu gösteriyor.
Gerçekte, insanlar karmaşık, çelişkili ama aynı zamanda işbirliğine dayalı gruplar arası ilişkiler kuran bir türdür. Evet, çatışma evrimsel süreçte yer almıştır. Ancak mevcut kanıtlar, bu çatışmaların insan doğasını şekillendirecek ölçüde yaygın olduğunu desteklemiyor.
Çatışmayı ne açıklar?
Sonuç olarak kanıtlar, insanların temel olarak dış gruplardan nefret etmeye ya da çatışmaya meyilli olduğu fikrini desteklemiyor. Ancak, bu, insanların doğası gereği barışçıl olduğu anlamına da gelmez.
İnsanlar kadar karmaşık topluluklar oluşturan, para sistemleri kuran, gezegenin ekosistemini birkaç nesilde değiştiren, şehirler ve uçaklar yapan, kendi üyelerini tutuklayan ya da sınır dışı eden başka bir tür yok. Binlerce türü yok oluşa sürükleyen, diğer insan gruplarına bilinçli şekilde zarar veren de yine insan. Fakat bu tabloyu yalnızca “biz ve onlar” diyerek açıklamak mümkün değil.
Son yüz bin yılda, insanlar birebir tanımanın mümkün olmadığı kadar büyük toplumlar kurdu. Bu tür yapılarda insanlar, kimin “bizden” olduğunu anlamak için giysi, dil, alışkanlık, yemek kültürü ve inanç gibi kimlik işaretlerine ihtiyaç duyar.
Kimlik ve kimlik işaretleri insan deneyiminin merkezindedir. Ancak bu, her zaman düşmanlık anlamına gelmez. Evet, kimlik düşmanlık üretmekte kullanılabilir. Ama kimlikler aynı zamanda aidiyet, güven ve işbirliği yaratmak için de kullanılır. “Biz ve onlar” ayrımı her zaman çatışmayı tetiklemez ve kalıcı değildir.
Günümüzdeki grup çatışmaları ise ekonomik eşitsizlik, milliyetçilik, din savaşları, ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi çok daha karmaşık süreçlerle ilişkilidir. Bunlar uzun tarihsel arka planlara ve birçok sosyal etkene bağlıdır. Bu karmaşayı “doğal” bir açıklamaya indirgemek hem indirgemeci hem de yanıltıcı olur.
Kaynaklar ve ileri okumalar
- The Naked Ape at 50: ‘Its central claim has surely stood the test of time. Yayınlanma tarihi: 24 Ekim 2017. Kaynak site: The Guardian. Bağlantı: The Naked Ape at 50: ‘Its central claim has surely stood the test of time/
- Humans are not “tribal”. Yayınlanma tarihi: 23 Temmuz 2022; Bağlantı: https://bigthink.com/the-well/tribalism-humans-not-tribal/
- Cikara M, Van Bavel JJ. The Neuroscience of Intergroup Relations: An Integrative Review. Perspect Psychol Sci. 2014 May;9(3):245-74. doi: 10.1177/1745691614527464. PMID: 26173262.
Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.
Matematiksel