İnsülinin keşfi, bilim insanları arasındaki zıtlıklar, tartışmalar ve anlaşmazlıkların yanı sıra; aynı zamanda büyük hayal kırıklıkları, başarısızlıklar ve umutlarla karakterizedir.
Diyabet, adını Yunanca “διαβ – diab” (şeker) kelimesinden alır ve bu hastalık antik çağlardan beri iyi bilinmektedir. İlk belirtiler genellikle aşırı susuzluk ve idrara çıkmaydı. Haftalar içinde hasta kilo vermeye başlardı. Aylar içinde de hasta komaya girer ve sonunda hayatını kaybederdi. Ancak hastalık bilinse de hiç kimsenin diyabetin sebebi hakkında bir fikri yoktu.
İnsülinin keşfinden önce, tip 1 diyabet tanısı kesin ölüm anlamına geliyordu. Diyetlerindeki karbonhidratlardan şekeri metabolize edemeyen hastalar, ketonlar olarak bilinen toksik bileşiklerin üretimi nedeniyle komaya girip ölene kadar zayıflardı. 20. yüzyılın başında bile durum aynıydı. İnsanlar yüzyıllardır bir pankreasa sahip olduğumuzun farkındaydı. Ama kimse pankreasın önemli bir organ olup olmadığını bilmiyordu.
1889 yılında, o zamanlar Almanya’da bulunan Strassburg Üniversitesi’nde patolog olan Oskar Minkowski, zamanının en yetenekli cerrahlarından biriydi. Kendisi bir çalışmanın parçası olarak imkansız olduğu düşünülen bir cerrahi başarıyı gerçekleştirdi. Bir köpeğin pankreasını tamamen çıkardı ve bu köpek ameliyattan sağ çıktı. Ancak Minkowski’yi şaşırtan bir gelişme vardı. Köpekte diyabetin tüm belirtileri ortaya çıkmıştı. Minkowski farkına varmadan, pankreasın alınmasının şeker hastalığına neden olduğunu keşfetmişti.
İnsülin Nasıl Keşfedildi?
1923 yılının Ekim ayının bir sabahında Frederick Banting çalan telefonunu açarken, aslında pek çok bilim insanının hayalini süsleyen bir aramanın geldiğini bilmiyordu. Hattın diğer ucundaki arkadaşı oldukça heyecanlı bir şekilde Banting’e sabah gazeteye bakıp bakmadığını sordu. Banting hayır diye cevaplayınca arkadaşı hemen atılarak insülini keşfettiği için Nobel ödülüne layık görüldüğünü bildirdi. Banting ise arkadaşına “cehenneme git” diye bağırdı ve ahizeyi kapattı. Sonra sabah gazetesine göz attı.
Ne yazık ki orada, en büyük korkularının gerçekleştiğini gördü. Gerçekten de Toronto Üniversitesi’nde Fizyoloji Profesörü ve patronu olan John Macleod ile birlikte Nobel ödülüne layık görülmüştü. Gazetedeki haberin peşi sıra Banting, Kanada Başbakanı Mackenzie King’den ömür boyu emekli maaşına bağlandığına dair bir mektup aldı.
Ancak son derece öfkeliydi. Bunun nedeni ödülü Macleod ile paylaşmak zorunda olmasıydı. Macleod’un insülinin keşfi konusunda herhangi bir iddiada bulunmaya hakkı olmadığını düşünüyordu. Ancak Macleod olmasaydı Banting de muhtemelen ödüle asla alamayacaktı ve hatta Ontario eyaletinde fakir bir pratisyen hekim olarak kalacaktı.
Yaralı bir savaş kahramanı olarak batı cephesinden Kanada’ya döndükten sonra Banting, kariyerinin hızla yokuş aşağı gittiğini fark edecekti. Doktorluk eğitimi almış olduğundan özel bir tıbbi muayenehane kurmayı umuyordu. Ancak şans bir türlü ondan yana gitmiyor gibi gözüküyordu. Macleod’la ilk görüşmesinde de aynı durum geçerliydi.
Banting, diyabeti ehlileştirebilecek yeni bir yaklaşımı bulduğunu düşünüyordu ve bunu Macleod’la paylaşmıştı. Ancak Macleod bu konuya fazla ilgi göstermemiş gibi duruyordu. Ancak yine de onun son sınıfta onur öğrencisi olan Charles Best ile çalışmaya başlamasını sağlayacaktı.
Macleod’un Egosu Canavarlaşınca Neler oldu?
1921 yazında Banting ve Best ortaklıklarının getirdiği ilk sorunlarla boğuşurken laboratuvarda ter döktüler, pankreas özleri yaptılar ve bunların diyabetik köpeklerin kan şekeri seviyeleri üzerindeki etkilerini test ettiler. Sonunda Banting ve Best’in çalışmalarını resmi bir bilimsel konferansta halka sunma zamanı gelmişti.
Ancak, Aralık ayında Yale Üniversitesi’ndeki Amerikan Fizyoloji Derneği’ne hitap etmek için Banting kürsüye geldiğinde, dinleyicilerin saygın unvanlara sahip oluşu sinirlerini bozdu. Bu yüzden sunumu tam bir felaketti. Macleod, sunumu bitirmek için Banting’den kürsüyü devraldı. Banting için Macleod’un bu yaptığı, insülini bularak elde ettiği başarısına vurulmak istenen bir darbeydi. Macleod, en seçkin doktorların önünde gövde gösterisi yapmıştı ve başarıyı kendi üstüne almak için sunumu kullanmıştı.
Banting’in otoritesini yeniden ortaya koyması gerekiyordu. Sonunda Ocak 1922’de bunu yapmak için bir fırsat yakaladı. 14 yaşındaki Leonard Thompson’ın babası onu Toronto Genel Hastanesi’ne getirdiğinde, çocuk tip 1 diyabet nedeniyle ölümün eşiğindeydi. 11 Ocak 1922 tarihinde Thompson’a Best tarafından hazırlanmış pankreas özü enjekte edildi. Umutlar yüksekti; ancak etkisi hayal kırıklığı yarattı.
Öz, Leonard’ın kan şekeri seviyelerinde %25’lik bir düşüşe neden oldu. Ancak, çocuğun vücudu keton üretmeye devam etti. Ancak olay bununla da bitmedi. Enjeksiyon ciddi toksik bir reaksiyonu da tetiklemişti. İki hafta sonra öz, Thompson’a bir kez daha enjekte edilecekti. Ve bu sefer sonuç tamamen farklıydı. Kan şekeri seviyesi önemli ölçüde azalmıştı. Ama belki de hepsinden önemli olan sonuç, bu sefer hiçbir toksik yan etkinin olmamasıydı.
Leonard Thompson’a Ne Oldu?
Peki, o iki haftada ne değişti? Cevap, bu ikinci parti özünün Banting ve Best tarafından değil, meslektaşları James Collip (1892-1965) tarafından hazırlanmış olmasıydı. O, eğitimli bir biyokimyacıydı ve uzmanlığı sayesinde, ham pankreas özünden ilgisiz maddeleri ayıklamayı başardı. Böylece öz enjekte edildiğinde toksik bir reaksiyona neden olmadı.
Banting’in deneyi başarılı olmasına rağmen insülin saflaştırma yöntemi pratik değildi. Collip’in başarısının sırrı ise alkoldü. Yani kendisi alkol saflaştırmasına dayalı bir yöntem geliştirmişti. Ayrıca insülinin hayat kurtarabildiği gibi hayata zarar vereceğini de keşfetmişti. Ancak Banting için Collip’in keşifleri bir kutlama nedeni değil, yeni bir tehditti.
İki ay sonra Macleod, Washington’daki Amerikan Hekimler Birliği toplantısında bilim dünyasına insülinin keşfinin ilk resmi duyurusunu yaptığında, Banting orada değildi. İlk enjeksiyonlar Ocak 1922’de yapıldı. Birkaç hafta içinde sonuçlar mucizeviydi. Bu insülin enjeksiyonları ölmek üzere olan düzinelerce hastanın normal aktivitelerine kavuşmasına yardımcı oldu.
Ancak hikaye burada bitmedi. Nobel komitesi kararını açıkladığında, ortalığı karıştıran tek kişi Banting değildi. Kanadalılardan 20 yıl önce, insülini keşfettiğini iddia eden başka bir uzman daha vardı.
George Zuelzer’in Trajik Öyküsü
1908’de Alman doktor George Zuelzer (1870-1949), pankreas özlerinin altı diyabet hastasının idrarındaki şekerleri ve ketonları sadece azaltmakla kalmadığını, aynı zamanda bu hastalardan en az birini diyabetik komadan çıkardığını göstermişti. Hazırladığı preparata “Acomatol” adını veren Zuelzer, bu ilacın diyabet tedavisindeki etkinliğinden o kadar emindi ki, bunun için bir patent bile almıştı.
Banting ve Best gibi başlangıçta o da yan etkilerle ilgili sorunlarla karşılaşmıştı. Ancak 1914 yılına kadar bu sorunlar ortadan kaldırmayı başarmıştı. 1914’e gelindiğinde Zuelzer artık İsviçreli ilaç firması Hoffman La Roche’un desteğine de sahipti. Hepsinden önemlisi hazırladığı özüt ateş, titreme veya kusma belirtisine neden olmuyordu.
Ama sonrasında Zuelzer bazı yeni ve ciddi yan etkiler gözlemledi. Test hayvanları sarsılıyor ve bazen de komaya giriyorlardı. Ve Zuelzer daha neler olup bittiğini anlama şansı bile bulamadan bir felaket yaşandı. 1914 yazında Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Zuelzer’in insülinle ilgili araştırması durmak zorunda kalacaktı.
Ardından, yaklaşık on yıl sonra Nobel ödülünün Banting ve Macleod’a verildiği haberi geldi. Bu Zuelzer için ciddi bir darbeydi. Hemen ardından bir başka darbe daha geldi. Zuelzer kasılma ve koma gibi yan etkilerin yabancı maddelerden kaynaklanmadığını, bunun yerine hipoglisemik şok semptomları olduğunu fark etti.
Peki neden Zuelzer’i hatırlamıyoruz? Tarihçi Michael Bliss’e göre bu sorunun cevabı Charles Best ile ilgili. Banting, Nobel’i aldığını duyduğunda, Best’e bir telgraf göndererek ödülü onunla paylaşacağını söylemişti. Sözüne sadık kalarak, ödül parasının yarısını Best ile paylaşacağını kamuoyuna da duyurdu. Banting bu paranın, ödülde adı yazmadığı için öfkeli olan Best’e bir teselli sunacağını umuyordu. Ancak yanılmaktaydı.
İnsülini Gerçekte Kim Keşfetti?
1941’de savaş zamanı gizli bir görev için Banting Birleşik Krallık’a çağrıldı. Kalkıştan kısa bir süre sonra uçağı düştü ve Banting öldü. Macleod da 1935’te öldü. Sonunda insülini keşfeden araştırma ekibinin geriye kalan tek üyeleri Best ve Collip’ti. Ve Best, Collip’in aksine, adının hatırlanması için uğraşmaya oldukça kararlıydı. Ancak insülinin keşfi konusundaki iddiasını ortaya koymak için Best’in bunun tam olarak ne zaman gerçekleştiğini açıklaması gerekiyordu.
Best’in yıldızı Kuzey Amerika Tıp Kurumunda yükselmeye başladığında, Collip’in katkısından bahsetmedi. Hatta Best, insülin hikâyesindeki en önemli anın, Leonard Thompson’a 11 Ocak 1922’de kendisi ve Banting tarafından yapılan özütün ilk kez enjekte edildiği zaman olduğu konusunda ısrar etti. Aynı zamanda Best, toksik safsızlıkları gidermek için alkol kullanmanın büyük ölçüde kendisine ait bir fikir olduğunu iddia etti.
Best’e bu da yetmedi ve ekledi: 1921 yazında, kendisi ve Banting’in yalnız çalıştıklarını söyledi. Hazırlamış oldukları özleri, Collip’in Toronto’ya gelmesinden çok önce diyabetik köpekler üzerinde test ettiklerini belirtti. Bu sırada insülini keşfettikleri konusunda ısrar ederek daha da ileri gitti. Bu süreç boyu Collip’in yanıtı, büyük ölçüde sabır ve sessiz bir duruş sergilemesi oldu.
Dünyayı İkna Etmek
Best, sonunda tıp tarihindeki yerini sağlamlaştırmış görünüyordu. En azından, 1960’ların sonlarına kadar, öyleydi. 1921 yazında, Banting ve Best kendi araştırmalarına başlarken, Nicolae Paulescu (1869-1931) adında bir Romen bilim adamının benzer deneyleri bir Avrupa bilim dergisinde yayınlamış olduğu ortaya çıktı. Ancak Paulescu’nun bilimsel çalışmaları, onun anti-Semitik siyasetinin, Romanya’da yaşayan Yahudilere karşı Romen halkını kışkırtmada oynadığı rolün gölgesinde kaldı.
Best’in kendisine Paulescu, Zuelzer ve Israel Kleiner (Biyokimyacı, 1885-1966) gibi bir avuç başka araştırmacının insülinin keşfi için herhangi bir övgüyü hak edip etmediği sorulduğunda, yanıtı düşündürücüydü. “Hiçbiri sahip oldukları keşifle dünyayı ikna edemedi. Bu, herhangi bir keşifteki en önemli şey. Bilim dünyasını ikna etmelisiniz. Ve biz ettik.“
Bu hikâye, diyabeti insülinle yönetmek için olduğu kadar aslında pek çok durumla da ilişkilidir. Geleceğin zorluklarıyla karşı karşıya kaldığımız şu zamanlarda, insülinin keşfinin hikâyesinde, hepimiz için önemli dersler var.
Kaynaklar ve ileri okumalar
- The discovery of insulin: a story of monstrous egos and toxic rivalries. Yayınlanma tarihi: 11 Ocak 2022. Kaynak site: Conversation. Bağlantı: The discovery of insulin: a story of monstrous egos and toxic rivalries
- Insulin was discovered 100 years ago. But it took a lot more than one scientific breakthrough to get a diabetes treatment. Yayınlanma tarihi: 21 Temmuz 2021. Kaynak site: Conversation. Bağlantı: Insulin was discovered 100 years ago. But it took a lot more than one scientific breakthrough to get a diabetes treatment.
Matematiksel