Psikoloji

Bir Deney Bize Umut Etmenin Gücü Hakkında Ne Öğretebilir?

Haberler kötüyken ve her şey kasvetli görünürken anın keyfini çıkarmak zor olur. Yazar ve akti­vist Beli Hooks’un dediği gibi, “Dünyanın genel ha­vası, kasvet ve çaresizliği destekler. “

Bugün, tüm dünyada insanlar zorluklar ve eşitsiz­liklerle başa çıkmaya çalışıyor. Öte yandan ülkemizde de felaketler ile boğuşuyoruz. Bunun neticesinde de çoğu insan anın tadını çıkarmak konusunda kafa karışıklığı yaşıyor. İşte tam da bu nedenle bizlere umudun gücünü gösteren bir deneyi anımsamamız gerekecektir.

Hepimizin bildiği bir durumdur. İnsanlar, herhangi bir nedenle, hayatın artık yaşamaya değer olmadığına inanmaya başladıklarında, bu inanç kendi kendini gerçekleştirme eğilimindedir. Ancak bu durumun tam tersi de aslında geçerlidir. ( Detaylar: Pygmalion Ve Golem Etkisi: Beklentiler Kişinin Davranışlarını Nasıl Şekillendirir?)

1950’lerde Harvard Üniversitesi’nden Dr. Curt Richter, su, kovalar ve hem evcilleştirilmiş hem de vahşi fareler kullanarak bir dizi deney yaptı ve bu deneyler psikoloji alanında şaşırtıcı bir keşifle sonuçlandı.

60 yılını Johns Hopkins fakültesinde geçiren öncü bir psikobiyolog olan Curt Richter (1894–1988), “biyolojik saat” terimini tanıtmasıyla tanınır. Ancak bunun haricinde kendisi başka bilimsel araştırmalar da yapmıştır. Bunlardan bir tanesi umut etmenin gücünü ortaya koymuştur.

Umut Etmenin Gücünü Bize Gösteren Bir Deney

1957 senesinde Curt Richter laboratuvarında asistanlarıyla beraber ilginç bir deney üzerinde çalışıyordu. Deneyin amacı su sıcaklığındaki değişimlerin canlıların vücut dirençleri üzerindeki etkisini ölçmekti. Deneye maruz bırakılan farelerin su üstünde kalma süreleri incelendiğinde Curt Richter ilginç bir durum fark etti. Bazı fareler boğulmamak için uzun süre mücadele ederken bazıları kolay pes ediyor gibi gözüküyordu.

Korku veya sevinç gibi duygulara kalbin verdiği fizyolojik tepkileri otonom sinir sistemi kontrol eder. Otonom sinir sisteminin iki bölümü vardır. Bunlardan biri kalbi hızlandırmak ve kan basıncını artırmak için adrenalin kullanan savaş ya da kaç tepkisini yöneten “sempatik” sistemdir. Diğer ise tam tersi etkiye sahiptir. Bu sistem solunumu ve kalp atışını yavaşlatan, kan basıncını düşüren ve sindirimi artıran “parasempatik” sistemdir.

Bugün korku veya sevinç gibi duygulara kalbin verdiği fizyolojik tepkilerin otonom sinir sistemi tarafından yönlendirildiğini biliyoruz. Ancak 1950’li yıllarda otonom sinir sisteminin kalp üzerindeki etkileri hakkında hala anlamadığımız çok şey vardı.

Bu nedenle Richter, deneyini daha sistemli bir biçimde yürütmeye karar verdi. Bunun sonucunda başka bir deney tasarladı. Bu deneyin teması pek hoşunuza gitmese de amacı farelerin boğularak ölmesinin ne kadar sürdüğünü anlamaktı. Ancak elbette bunu yapmaktan keyif aldığı için değil, arka plandaki mekanizmayı öğrenmek için planlamıştı.

Deneylerini, fareleri suyla dolu kovalara koyarak ve ne kadar süre hayatta kaldıklarını görerek gerçekleştirdi. İlk aşamada 12 evcil fare kullandı. Çoğu fare birkaç dakika içinde hızla boğularak öldü. Ancak bazı fareler boğulmadan önce seksen saat veya daha fazla yüzdü.

Curt Richter, deneyin ikinci aşamasında 34 yaban faresi kullandı. Açıkçası, Curt hayatta kalmak için bu farelerin daha sıkı bir şekilde savaşmalarını bekliyordu. Ancak yüzme yeteneklerine rağmen, 34 fareden hiçbiri birkaç dakikadan fazla hayatta kalmadı.

Fare Deneyi görüntülerini hoşunuza gitmeyeceğini düşündüğümüz için yazının içine eklemiyoruz.

Umut Etmenin Gücü Yaşam İle Ölüm Arasındaki Bir Sınırdı

Richter deneyinde derinin altına yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla farelerin kalp atışlarını da ölçümlüyordu. Bu ölçüm sonuçları da ilginç bir duruma işaret ediyordu. Beklentilerin aksine EKG kayıtları, yenik düşen farelerin kalp atışlarında bir hızlanma yerine yavaşlama olduğunu gösteriyordu. Fareler savaş ya da kaç tepkisi yerine daha çok durumu kabul etmiş ve umutsuzca sonlarını beklemiş gibi görünüyorlardı.

Deneyin ardından Curt, bazı farelerin pes etmesine neyin sebep olduğunu düşündü. Bunun sonucunda umut etmenin, mücadele etme istekliliğinde kilit bir faktör olduğuna karar verdi.

Ona göre, evcil fareler muhtemel daha önceden insanlardan yardım gördüğü için kurtarılma umuduna sahiplerdi. Bu nedenle savaşmaya devam ettiler. Ancak yaban fareleri bu deneyime sahip olmadıklarından kolayca vazgeçmişlerdi. Sempatik sinir sistemi beklenen tepkiyi vermemişti. Curt daha fazla bilgi edinmek için bir başka deneye karar verdi. Ancak bu sefer deneyin işleyiş biçimi farklı kurgulanmıştı.

Aynı koşullarda fareleri suya attı ancak fareler tam vazgeçtiği, batmaya başladığı anda onları sudan çıkardı. Kuruladı ve birkaç dakika dinlenmelerine izin verdikten sonra araştırmanın ikinci bölümü için tekrar suya attı.

Deneyin bitiminde farelerin tekrar suya konulduğunda ilkine göre çok daha uzun süre yüzdüğü anlaşıldı. Değişen tek şey daha önce kurtulmuş olmalarıydı, bu sefer umutları vardı. Richter farelere durumlarının umutsuz olmadığını öğretmenin – örneğin belirli aralıklarla kavanozdan serbest bırakmanın – onların yeniden saldırganlaşmasına ve kaçmaya çalışmasına neden olduğunu kaydetti.

Bu Fare Deneyi Bize Ne Öğretir?

1968 Mayıs’ında Paris öğrenci protestoları sırasında dünyaya yayılan fotoğraf ile gençler “imkansızı talep et” diye haykırıyorlardı. Bu umudun gücü idi.

İnsanlar ve fareler elbette çok farklı ancak bu deneyden öğrenebileceğimiz bir şey var. Çalışmanın etik kısmını bir an için bir kenara koyarsak, bu deney umudun hayatımızda oynayabileceği rolü vurgulamaktadır. Umutsuzluk içinde olmak, devam etmek için enerjimizi ve motivasyonumuzu elimizden alabilir. Ancak umut çok daha uzun süre dayanma gücü sağlar.

Zor zamanlar, tanımı gereği zordur. Toplama kamplarından sağ çıkmayı başaranların ortak özellikleri kurtarılacaklarına olan inançlarını kaybetmemeleri, içinde oldukları zor koşullarda sadece hayatta kalmaya çalışarak beklemeleriydi.

“Bir gün her şeyin daha iyi olacağını düşünmek umudumuz bugün her şeyin iyi olduğunu düşünmek yanılgımızdır. ” der Voltaire. Zor zamanlara rağmen keyif almanın bir biçimi olarak umut, korku ve çaresizliğe karşı direnir.

Yani eğer yaşamlarımızın hem keyifli hem de değişime açık olmasını istiyorsak karanlık zamanlarda dahi umudu seçmeliyiz. Çünkü bu bi­zim için daha iyi bir dünya olasılığını canlı tutar.

Ancak unutmayalım. Umut, oturup beklemek değildir; umut yıkılan hayallere, bozulan morallere rağmen, eyleme geçmek için ayağa kalkmaktır. Umudunuzun ve kendinize inancınızın tükenmemesi ve hepimizin daha güzel günlere birlikte erişebilmemiz dileğiyle. Ayrıca bu yazımıza da göz atmak isteyebilirsiniz: Biyolojileri ile Bizleri Şaşırtan Çıplak Kör Fareler İnsanlığın Umudu Olabilir


Kaynaklar ve İleri Okumalar:


Size Bir Mesajımız Var!

Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak veya Patreon üzerinden ufak bir bağış yaparak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.

Matematiksel

Sibel Çağlar

Temel eğitimimi Kadıköy Anadolu Lisesinde tamamladım. Devamında Marmara Üniversitesi İngilizce Matematik Öğretmenliği bölümünü bitirdim. Çeşitli özel okullarda edindiğim öğretmenlik deneyiminin ardından matematiksel.org web sitesini kurdum. O günden bugüne içerik üretmeye devam ediyorum.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir