Her gün uydulardan ve Uluslararası Uzay İstasyonundan Dünya’nın fotoğraflarını alıyoruz. Peki, ilk Dünya fotoğrafı hangisidir dersiniz?
“Güneş doğduğunda Dünya’mızın bu kadar inanılmaz derece güzel olması beni şaşırttı. Kesinlikle nefes kesiciydi. Sanki birisi en parlak mavi boyayı alıp gözlerimin önüne bir duvar resmi çizdi. O anda ve orada, bir daha asla Dünya kadar güzel bir şeyi göremeyeceğimi biliyordum.”
Yukarda okuduğunuz sözler, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda kesintisiz en uzun süre kalan ikinci NASA astronotu olan Scott Kelly’ye ait. İstasyon günde 16 kez Dünya’nın etrafında tur attığından astronotlar için adeta görsel bir şölen vardır. Birçok astronot, istasyondaki Cupola modülünden Dünya’mıza ilk kez baktıklarında ağladıklarını söyler.
Dünya, uzaydan gerçekten de mavi bir bilyeye benzer. 1972’nin Aralık ayında Apollo 17 müretebatı bu nedenle çektikleri fotoğrafa Büyük Mavi Bilye ismini verdi. Resmi adı AS17-148-22727 olan bu görüntü, 29.000 km uzaktan çekildi. Fotoğrafta, Afrika kıtasının yanı sıra Antarktika’nın güney kutup buz örtüsünü de net bir şekilde görmek mümkün. Ve aslında Afrika kıtasının haritalarda gördüğümüzden çok daha büyük olduğunu anlamamız da olası.
Aslında mürettebatın görevleri arasında bu görüntüyü yakalamak yoktu. Yine de Apollo 17 mürettebatı bir kaçamak yaparak gezegenimizin birkaç fotoğrafını çekmişti. Ancak Dünya’mızın ilk ve tek görüntülenmesi olayı bu değildir. O yüzden gelin, gezegenimizin fotoğraflanmasının kısa tarihine bir bakış atalım.
Savaş Teknolojileri Dünya’mızı Uzaydan Görmemizi Sağladı
Bilimdeki gelişmeler ne yazık ki genelde savaşlarla beraber yaşanır. Dünya’ya dışardan bir gözle bakmamızda da savaşın etkisi vardır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar, dünyanın ilk uzun menzilli güdümlü füzesi olan Vergeltungswaffe-2‘lerle ölüm yağdırıyordu. Bu yıkıcı füzelerin savaş sonrası dönemde gezegenimizi dışardan bir gözle görmemizi sağlaması oldukça ironiktir.
Savaş sonrası birkaç V2 füzesi Paperclip Operasyonu’nun bir parçası olarak ABD tarafından alındı. Bunun amacıysa füzelerin süpersonik hızını kullanarak atmosferden kaçmaya çalışmaktı. Bunun için füzeler üzerinde birkaç değişiklik yapıldı ve bombalardan arındırıldı.
24 Ekim1946’da New Mexico kentindeki White Sands Füze Menzili’nden fırlatılan bir roket, Dünya’mızın 105 km yüksekten bir görüntüsünü yakalamayı başarmıştı. O zamana kadar gezegenin en fazla 22 km yüksekten fotoğrafı çekilebilmişti.
Görüntüler, füzenin burun konisindeki 35 mm’lik bir kamera tarafından yakalandı. Ve bu kamera her 1.5 saniyede bir fotoğraf çekecek şekilde ayarlanmıştı. Yakalanan görüntüler uzay yarışının da tetikleyicisi oldu. Böylece hem Soğuk Savaş dönemi hem de gezegenimizin çok daha uzaktan fotoğrafları insanlığı bekliyordu.
Ay’a Yolculuk ve Soğuk Savaş Dönemleri
İkinci Dünya Savaşı bitmiş olsa da yeni ve görünmeyen bir savaş başlamıştı. SSCB, 1957’de Ekim ve Kasım aylarında sırasıyla Sputnik 1 ve Sputnik 2 uydularını fırlatmıştı. Sputnik 1 Dünya yörüngesinde sıradan bir uyduydu ancak Ruslar, Sputnik 2 ile uzaya Laika adında bir köpek göndermişti.
SSCB’nin 1957’deki bu atılımları ABD’yi fazlasıyla korkutmuştu. Dünya yörüngesinde bir Rus uydusunun varlığını apaçık bir tehlike olarak görüyorlardı. Bunun üzerine ABD başkanı Eisenhower, 29 Temmuz 1958’de NASA’nın kurulmasını sağlayan kanunu imzaladı ve NASA resmen kurulmuş oldu.
Yine 1958’de ABD her ikisi de Van Allen radyasyon kuşağının keşfine yol açacak olan Explorer 1 ve SCORE uydularını uzaya göndermişti. SCORE dünyanın ilk iletişim uydusu olması sebebiyle önemliydi. Ancak Ruslar 1961’de uzaya insan göndererek Amerika’yı geride bırakmayı başarmıştı. Kozmonot Yuri Gagarin 108 dakika boyunca Dünya’nın etrafında 27.000 km’den fazla bir hızla seyahat etmişti.
Yine de yukarıda görmüş olduğunuz görüntüyü yakalayanlar Ruslar değil, Amerikalılar olmuştur. Lunar Orbiter, ABD’nin Ay yörüngesine giren ilk aracıydı. Görevi, Apollo görevleri için Ay yüzeyini fotoğraflamaktı. Kısacası çekilen bu fotoğraf da planlanmış değildi. Daha sonra Apollo görevleri boyunca da Ay’dan çekilen Dünya fotoğrafları oldu. Örneğin, Apollo 11 mürettebatının çektiği Earthrise fotoğrafı bunlar arasında en meşhur olanıdır.
Fotoğrafçı Galen Rowell, bu görüntüyü “şimdiye kadar çekilmiş en etkili çevre fotoğrafı” olarak nitelendirdi. Apollo 8 astronotlarının Earthrise’ı çekmesinden 19 ay sonra, 22 Nisan 1970’te, yaklaşık 20 milyon Amerikalıyı gezegeni korumak amacıyla sokaklara döken bir olay gerçekleşti. 20 milyon insan, çevre kirliliğine ve hükümetin bu konudaki ataletine karşı seslerini çıkarmak istiyorlardı. Bu kişilerin afişlerinin hepsinde Earthrise fotoğrafı yer alıyordu.
Bu Dünya Fotoğrafı Soluk Mavi Bir Nokta Olduğumuzu Hatırlattı
Eskiden yuvamız olan bu gezegen aynı zamanda bir hapishaneydi. Ondan kaçmanın, başka dünyalara gitmenin imkansız olduğuna inanırdık. Ama Ay yolculuğunun mümkün olmasıyla bu hapishaneden kaçabileceğimizi görmüş olduk.
Ay’dan baktığımızda Dünya’mız hala büyük mavi bir bilye gibidir. Ancak Ay’ın ötesine geçmeye başladığımızda bu Büyük Mavi Bilye gittikçe küçülür. Bugüne kadar Dünya’nın en fazla 6 milyar km uzaktan fotoğrafını çekebildik. Ve gördük ki, 6 milyar km öteden bakınca soluk mavi bir noktadan başka bir şey değiliz.
Kozmosta küçücük bir nokta olduğumuzu fark etmek için o kadar uzağa gitmemize de gerek yok. Mars’a gitsek yeter. Biz nasıl ki gece gökyüzüne baktığımızda parlayan küçük noktalar görüyoruz, Mars’tan da Dünya tıpkı öyle görünüyor. Minik, parlak bir nokta.
Dünya’nın başka bir gezegenden alınan ilk görüntüsü aşağıda görmüş olduğunuz görüntüdür. 2004 yılında Mars Exploration Rover Spirit, bu fotoğrafı 63. Mars gününde yakaladı. Çıplak gözle bakarak o küçük parlak noktanın Dünya’mız olduğunu anlamak neredeyse imkansız.
Peki Bu Fotoğraflar Bize Ne Söyler?
Yüzyıllar boyunca üzerinde yaşadığımız gezegenin gözümüzün gördüğü gibi düz olduğunu düşündük. Yıldızlı göğün üzerimize örtülmüş olduğunu, gezegenimizin kozmosun merkezinde olduğunu düşündük. Psikolojik açıdan bakınca bu tutumumuz kendimizi iyi hissetmemizi sağladı uzun süre. Fakat birçok konuda yanılıyorduk.
Dünya’yı uzaktan görünce başta ona hayran kaldık. Ona dışarıdan bakınca hiçbir ülke sınırın, ayrımın olmadığını gördük. Hatta gezegene belli bir mesafeye kadar yaklaşmazsak insana dair bir iz bile görünmüyordu. Boşuna politik, siyasi, kültürel vb. şeylerden ötürü savaşlar, yıkımlar yarattığımızı fark ettik. Bowling topunun üstündeki bir bakteri gibi olan bizler, kendimizi fazla büyük görüyorduk.
Elbette tek öğrendiklerimiz bunlar değil. Dünya’ya dışardan bakmamız yeni teknolojilerin de kapısını araladı. Gezegeni tanımak, ona hükmetmek medeniyetin gelişmesi demekti. Ama bu fotoğraflar sayesinde medeniyetimiz gelişirken ona nasıl zarar verdiğimizi de apaçık görmüş olduk. Ve şimdi kendimize yeni dünyalar arıyoruz. Ancak şu an görünen o ki, elimizdeki tek gezegen Dünya.
Kaynaklar ve İleri Okumalar
- A Big Blue Marble. A History of Earth from Space ; Bağlantı: A Big Blue Marble. A History of Earth from Space (zmescience.com) ; Yayınlanma tarihi: 28 Nisan 2023
Matematiksel