Tarih

Bilim İnsanları da Hata Yapar! İnsanlık Tarihine Yön Veren 7 Bilimsel Hata

Kitaplar bize bilimin hikayesini ve bilim insanlarının çalışmalarını aktarır. Ancak bu süreçte genelde yapılan bilimsel hatalar pek konuşulmaz. Oysa ki bazı hatalar insanlara özgüdür ve elbette bilim insanları da hata yaparlar. Bilimin şekillenmesinde etkili olan 7 bilimsel hatayı sizlerle paylaşalım…

1- Gizemli Ateş – Flojiston

Günümüzde yanma ve paslanma gibi süreçlerin nasıl meydana geldiğini çok iyi bilsek de, 1700’lü yıllarda süreç hala bir muammaydı. Flojiston teorisi, flojiston adı verilen ateşe benzer bir elementin yanmaya neden olduğunu ileri sürüyordu. İlk olarak Johann Joachim Becher tarafından 1669 tarafından önerilen teorinin amacı paslanma ve oksidasyonun kimyasal sürecini açıklamaktı. Bu teoriye göre bir maddenin yanması ya da yanmaması flojiston içerip içermemesiyle ilgiliydi.

Ancak bu bilimsel hata o kadar da kötü değildi çünkü bunu kanıtlamak için yapılan deneyler daha sonra oksijenin keşfiyle sonuçlanacaktı. Hiçbir zaman var olmamasına karşın flojistonun yaşamımıza etkisi büyük olmuştur. Hayal ürünü olan yanlış bir düşünce, insanların içindeki keşfetme ateşini açığa çıkarmıştır.

2- Einstein’ın kozmolojik sabiti

“Kozmolojik sabit” olarak adlandırdığı bu sabit ile evrenin genişlemesini de teorisinde durdurmuş oluyordu.

Hayatta olduğu gibi bilimde de, özellikle yenir bir şeyi denediğinizde, bazı şeyleri doğru yapmadan önce tekrar tekrar yanlış anlarsınız ve hatalar yaparsınız. Ancak bu hatalar hiçbir şekilde başarılarımızı azaltmaz; aslında bunlar en büyük başarılarımızdır. Albert Einstein bile bilimsel hatalar yaptı. Ancak işin güzel tarafı Einstein hata yapmaktan ve bunları itiraf etmekten asla korkmadı. 

Einstein’ın yaptığı en büyük hata kozmolojik sabitini tanımlamak olmuştur. Einstein 1916 yılında genel görelilik teorisini evrene uyguladığında kendi denklemlerindeki bir sorunu fark etti. O dönemlerde yıldızların uzun ömürlü olduğu ve etrafımızda her yöne eşit şekilde dağıldığı varsayılmıştı. Ancak denklemler evrenin sabit olmadığını aksine evrenin ya genişlediğini ya da küçüldüğünü gösteriyordu.

Bu nedenle Einstein kozmolojik sabit diye adlandırdığı yeni bir terimi denklemlerine ekledi. Bu kozmolojik sabit Evrenin statik olmasını sağlıyordu. 1929’da şimdiye kadar yapılmış en şaşırtıcı keşiflerden biri Amerikalı astronom Edwin Hubble’dan geldi.

Kendisi bizlere, Evrenin genişlediğini gösterdi. Ayrıca galaksiler birbirinden uzaklaştıkça hızları da artıyordu. Einstein 1931 yılında “O zaman kozmolojik sabitten kurtulun,” diye bağırdı. Ayrıca bunu en büyük hatası olarak kabul etti.

3- Akıllı Marslılar ve Mars’ta Su Kanalları

mars

Bir zamanlar, Mars yüzeyinde gözlemlenen büyük koyu lekelerin su kütleleri olduğu düşünülmüştü. Su, yaşam demekti. Sırada haberleşmek vardı. Kimisi üçgen biçiminde çok büyük bir tarla yapıp çevresine de çam ağaçları dikersek Marslıların geometri bildiğimizi görebileceklerini düşündü.

Bir başkası Büyük Sahra’da devasa bir çukur açıp içini de gazyağıyla doldurup yakarsak Marslıların dikkatini çekebileceğimizi öne sürdü. Bir üçüncüsü Avrupa’nın ortasına kocaman bir ayna koyup yönünü dikkatle ayarlayarak ve güneş ışınlarını kullanarak Mars’a mesaj yollayacağımızı düşündü.

Onlar bu işlerle uğraşırken, 1894’te İtalyan astronom Giovanni Schiaparelli gökyüzünü araştırıyordu. Bir gece, Mars’ın üstünde düzgün ve eşit aralıklı çizgiler gördü ve bunların su kanalları olduğunu düşündü. Bu fikre, Amerikalı astronom Percival Lowell’de katıldı. Sonunda kırk değil, yüzlerce kanal olduğu kabul edildi.

Akıllı Marslıların var olabileceği düşüncesi Dünyalılara çok ilginç geldi! Teleskop satışları hızla arttı ancak daha güçlü teleskoplar yapıldıkça kanalları görenlerin sayısı da giderek azaldı. 1970’lerde Mars’ın uzay araçlarınca çekilen yakın-çekim fotoğrafları kanallar konusundaki tartışmalara bir son verdi.

Fotoğraflar lekelerin bir tür kayalık bölge olduğunu ortaya koydu. Mars’ta kanallar gören bu bir çift bilimci, bilimsel hatalar yapmışlardı. Ancak Schiaparelli daha sonraları Venüs hakkında bazı şeyler keşfetti, Lowell’in gözlemleri de Plüton’un keşfine yol açtı.

4- Hayvansal Elektrikten İlk Pile

Galvani’nin kurbağa deneyleri, 18. yüzyıl illüstrasyonu.

Mary Shelley, İtalyan bilim adamı Luigi Galvani’nin çalışmaları olmasaydı, 1818 tarihli romanı Frankenstein’ı tasarlayabilir miydi? Galvani’nin büyük atılımı 20 Eylül 1786’da, bir kurbağanın omuriliklerinin elektrik yükü taşıdığını -tamamen tesadüfen- keşfettiğinde gerçekleşti. Galvani, ‘hayvan elektriği’ olarak adlandırdığı, vücudun sinirlerinde doğuştan gelen bir kuvvetin kanıtını bulduğuna inanıyordu.

Galvani’nin kuramı birçok insana akla yakın geldi. Ancak Alessandro Volta, Galvani’nin deneyi farklı bir biçimde yapmaya karar verdi. Volta kurbağanın bir bacağına bir bakır, diğerine çinko parçası tutturdu; bacak hareketi tekrarladı.

Ancak Volta kurbağanın bacağına bir telin iki ucunu bağlayınca bacak oynamadı. Devamında Volta kurbağayı deneyden tümüyle çıkardı. Bakır ve çinkoyu tuzlu suya koydu ve onları bir telle birleştirdi. Aralarında güçlü bir elektrik akımı oluştu. Sonucunda bu ilk pil idi.

5- Piltdown Adamı 

Bilimsel hatalardan en çok ses getireni Piltdown kafatasını inceleyen bilim insanlarının portresi. John Cooke, 1915

Piltdown Adamı’nın hikayesi, 1912’de İngiliz avukat ve amatör fosil avcısı Charles Dawson’ın, Sussex’teki küçük Piltdown köyünün dışındaki bir çakıl ocağında insan evrimindeki kayıp halkayı bulduğunu iddia etmesiyle başladı. Kendisi yaptığı kazı sırasında, insana benzeyen (ama daha büyük ve oldukça garip) bir kafatası, taş aletler ve hayvan fosilleri keşfetti. Sonrasında da bunların hepsini yaklaşık 500.000 yıl öncesine tarihlendirdi.

Bu önemli görünen bilimsel bulgunun tek sorunu, bunun tamamen bir sahtekarlık olmasıydı. Büyük olasılıkla bu sahtekarlık Charles Dawson tarafından gerçekleştirilmiştir. En çok ilgiyi çeken kafatası da insan kafatasının bir orangutan çenesi ve dişleriyle eşleştirilmesi sonucunda ortaya çıkmıştı.

Ancak bu aldatmaca 1953 yılında Oxford Üniversitesi’ndeki bilim insanlarının, Piltdown Adamı’nın kemiklerinin farklı yaşlarda olduğunu göstermek için flor tarihleme tekniğini kullanmasına kadar kanıtlanamadı. Bu hata, bilim insanlarına fosillerden modeller oluştururken çok dikkat etmek gerektiğini öğretti. Devamında da bir fosilin yaşının daha iyi saptanmasını sağlayan yeni yöntemler geliştirmelerine önayak oldu.

6- Başımıza İş Açan Altın

Altın tarih boyunca her zaman insanın ilgisini çekti. Bu nedenle de insan altın bulmak uğruna denizleri aşıp savaşlara girdi. Ancak uygun bazı maddeleri birleştirerek altın elde edilebileceğine inananlar da vardı. Simyacı denilen bu kişiler yaşamlarını bu amaca adadılar.

Bütün simyacılar içinde en adanmışı 2. yüzyılda İskenderiye’de yaşayan Maria adında bir kadındı. Yaptığı denemeler sonucunda sıvı olarak arsenik sülfit, metal olarak da bakır ve kurşun karışımını kullandığında uyumlu maddeleri bulmuştu.

lbette bu sadece metali altın rengine dönüştürüyordu. Sonraki yüzyıllarda Maria’nın çalışmaları tüm dünyaya yayılacaktı. Devamında da bu bilimsel hata nesnelerin neden ve nasıl birleştiğini açıklayan yeni bir alanın, çağdaş kimyanın doğmasına yol açtı.

Avrupa’lı ortaçağ simyacıları arasında bilim insanları da vardı. Bunların en önde geleni ise Isaac Newton’du. Newton bütün simya terimlerini 1680’lerde yazdığı Index Chemicus adlı sözlükte toplamıştı. Muhtemel, büyük bir bilim insanı olarak kabul ettiğimiz bir kişinin böyle saçmalıklar ile ilgilenmesini tuhaf bulmuş olmalısınız. Ancak o dönemde bilim ile sihir arasında kesin bir ayrım yoktu. Yine de Newton’un öldüğü 1727 yılında simya sözde bilimler arasında yerini almaya başlamıştı.

7- Bir Anda Oluşan Hayvancıklar

Masanızın üzerinde bir parça şeker unuttuğunuzu düşünelim. Ortada hiç karınca görmüyorsunuz ama aradan zaman geçince bir bakıyorsunuz ki etrafı sevimli karıncalar basmış. Bu çok sık başa gelen bir durum ama pek çok kişinin bilmediği bu durumun bir zamanlar oldukça farklı yorumlandığıdır.

Bu sürüngen yaratıkların böyle toplanmalarına bir açıklama olarak bilim insanları “bir-anda oluşum” fikrini ortaya attılar. 1600’lü yıllarda, Van Helmont bunu sınamaya karar verdi. Kirli bir gömlek yığınının üstünü buğdayla kapladı. Sonuç: Gömlek fare doğurmuştu.

İtalyan bilimci Francesco Redi Van Helmont’un deneyini, kutuya kapatarak kontrollü yaptı ve elbette bu durumda ortalıkta fare falan yoktu. Fikir tam çürütülecekken, mikroskop bulundu ve bir anda oluşum fikri tekrardan hortladı. Bir su damlasına baktıklarında, içinde kıpır kıpır canlılar görülebiliyordu. Bunlar ancak bir anda oluşumla ortaya çıkabilirlerdi.

Bu garip hayvancıkların gizemini çözmek için bir çok deney yapıldı. Neyse ki sahneye Fransız bilimci Louis Pasteur girdi. Yaptığı kontrollü deneyler sayesinde bu ‘hayvancıklara’ artık bakteri diyoruz.


Kaynaklar ve ileri okumalar

Matematiksel

Sibel Çağlar

Temel eğitimimi Kadıköy Anadolu Lisesinde tamamladım. Devamında Marmara Üniversitesi İngilizce Matematik Öğretmenliği bölümünü bitirdim. Çeşitli özel okullarda edindiğim öğretmenlik deneyiminin ardından matematiksel.org web sitesini kurdum. O günden bugüne içerik üretmeye devam ediyorum.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir