1912 yılında, Alman jeofizikçi Alfred Wegener, kıtaların zamanla birbirinden uzaklaştığını öne süren “kıtaların kayması” teorisini ortaya koymuştu. Ancak güçlü bir kanıtı yoktu ve bu nedenle teorisi genel olarak reddedildi. Yaklaşık 50 yıl sonra, deniz tabanının yayılması keşfedildiğinde, teorisi geniş çapta kabul görmeye başladı.
Kıtaların kayması devrim niteliğinde bir teoriydi. Ancak bu teori, ana akım bilim tarafından uzun süre kabul görmedi. Bilim insanları, Wegener’in şu anda yaygın olarak kabul edilen levha tektoniği teorisinin bir parçası olan bazı fikirlerini onlarca yıl sonra doğruladılar.
Her Şey Nasıl Başladı?
Kıtaların kaymasıyla ilgili bir yazıda Albert Einstein’ın adını görmek size garip gelecektir. Ancak Einstein, çeşitli disiplinlerde önemli katkılar sunmuştu ve Yer Bilimleri alanında da dikkat çekici çalışmalar yapmıştı.
Bu katkılardan biri, jeolog Charles Hapgood’un Earth’s Shifting Crust: A Key to Some Basic Problems of Earth Science (Yerkabuğu Hareket Ediyor: Yerbilimin Temel Bazı Sorunlarına Bir Çözüm Yolu) adlı kitabında ortaya koyduğu teoriyi desteklemesi ve geliştirmesine yardımcı olmasıdır.
Charles Hapgood’un fikirleri, amatör bir Amerikalı jeolog olan Frank Bursley Taylor’ın gözlemlerine dayanıyordu. Taylor, Afrika ve Güney Amerika kıyıları arasındaki dikkat çekici şekilsel benzerliklere odaklanarak, kıtaların bir zamanlar hareket ederek yer değiştirdiği fikrini öne sürdü.
Ancak, bu teoriyi destekleyecek somut kanıtlar sunmayı başaramadı. Bu eksiklik nedeniyle, kuramı bilim çevreleri tarafından ciddiye alınmadı. Buna karşın, Almanya’daki Marburg Üniversitesi’nde meteorolog olarak çalışan Alfred Wegener, Taylor’ın fikirlerinden etkilenerek bunları daha kapsamlı bir teori haline getirecekti.
Alfred Wegener Kıtaların Kayması Teorisini Nasıl Geliştirdi?
Dünya, tektonik plakalar adı verilen, yapboz parçalarına benzeyen birçok bölümden oluşmuştur. Bunun en belirgin kanıtı, Afrika’nın batı kıyısı ile Güney Amerika’nın doğu kıyısının yapboz parçaları gibi birbiriyle uyumlu olmasıdır. İşte Alfred Wegener’in kıtaların kayması teorisini öne sürmesine yol açan ilk ipucu buydu.
Wegener, teorisini destekleyen başka bir önemli bulguya daha ulaştı. Atlantik Okyanusu’nun iki yakasında, yani Afrika ve Güney Amerika’da bulunan çok sayıda fosil, şaşırtıcı derecede büyük benzerlikler gösteriyordu. Bu benzerliklerin tek mantıklı açıklaması, bu kıtaların bir zamanlar birleşik bir kara parçası, yani bir bütün olarak var olmuş olmasıydı.
Sonuç olarak Wegener, dünya üzerindeki kıtaların bir zamanlar tek bir kara parçası olduğunu varsayan bir kuram geliştirdi. Bu dev kara kütlesine Pangea adını verdi. Wegener’in teorisine göre, kıtalar Pangea’dan ayrılarak zamanla bugünkü konumlarına ulaştı.
Wegener, bu fikirlerini 1912 yılında Almanca yayımlanan kitabında bir araya getirdi. Ancak kısa süre sonra dünya, Birinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle bu tür bilimsel tartışmalardan uzaklaştı ve kitabı başlangıçta fazla ilgi görmedi. Buna karşın, 1920 yılında kitabın düzeltilmiş ve genişletilmiş bir baskısı yayımlandığında, hızla tartışmaların odağı haline geldi.
Bilim İnsanları Neden Wegener’in Kıtaların Kayması Teorisini Reddettiler?
Wegener’in radikal görüşleri, jeoloji disiplininin temel varsayımlarını sorguluyordu. Dahası, Wegener’in jeoloji alanında bir altyapısı yoktu; o bir meteorologdu. Bu durum, onun önerilerini göz ardı etmek ve kanıtlarını küçümsemek için jeologlara yeterince bahane sağladı.
Fosillerin farklı kıtalarda nasıl benzerlik gösterdiği gibi sorunları açıklamak için, jeologlar teorik “kara köprüleri” fikrini ortaya attılar. Alakasız kara kütlelerini birbirine bağlamak için varsayımsal kara köprüleri uydurdular. Kısa sürede tarih öncesi denizlerin haritaları, bu hayali kara köprüleriyle dolmuştu. Ancak, bu açıklama bile birçok sorunu çözmeye yetmiyordu.
Wegener’in de bazı hataları vardı. Örneğin, Grönland’ın her yıl yaklaşık 1,6 kilometre batıya kaydığını iddia etmişti (oysa doğru oran, yılda yalnızca yaklaşık bir santimetredir). En büyük eksikliği ise kara kütlelerinin nasıl hareket ettiğini inandırıcı bir şekilde açıklayamamış olmasıydı. Bu eksiklik, teorisinin uzun yıllar boyunca kabul görmesini engelleyen en büyük faktörlerden biri oldu.
Kıtaların Kayması Teorisi Arthur Holmes Tarafından Açıklığa Kavuşturulacaktı
Konuya açıklık getiren kişi, İngiliz jeolog Arthur Holmes oldu. Holmes, radyoaktif ısınmanın, yerküre içinde konveksiyon akımları üretebileceğini anlayan ilk bilim insanıydı. Teorik olarak, bu akımlar kıtaları yeryüzünde hareket ettirecek kadar güçlü olabilirdi.
Günümüzde kabul edilen modele göre, bu süreç farklı tektonik plakaların yılda ortalama 1,5 cm oranında hareket etmesine neden olur. Bu miktar küçük gibi görünse de, Dünya’nın milyarlarca yıllık yaşı göz önüne alındığında büyük değişikliklere yol açacak bir harekettir.
Holmes, modern anlamda “kıtaların kayması” teorisini, ilk kez 1944’te yayımlanan Principles of Physical Geology (Fiziksel Jeolojinin İlkeleri) adlı kitabında detaylandırdı. Ancak bu kuram, dönemin bilim dünyası için hala radikal bir öneriydi. Buna rağmen, bilimsel camiada Holmes’un fikirlerini kabul edenlerin sayısı yavaş yavaş artmaya başladı ve bu teorinin modern jeolojinin temeli haline gelmesinin yolunu açtı.
Harry Hess Ve Deniz Tabanı Yayılmasının Keşfi
Hiçbir kuramcının çözemediği, önemli bir soru daha vardı. Her yıl nehirler, aşındırılmış maddeleri denizlere taşır. Bu sürecin sonucunda, okyanus tabanında yaklaşık 20 kilometre kalınlığında bir tortul tabakanın birikmiş olması gerekirdi. Ancak bu tür bir birikime dair hiçbir kanıt yoktu.
Bu büyük gizem, İkinci Dünya Savaşı sırasında Princeton Üniversitesi’nden mineralog Harry Hess tarafından yapılan bir keşifle aydınlanmaya başladı. Hess, USS Cape Johnson adlı bir askeri nakliye gemisinin komutanlığına atandığında, gemide bulunan bir derinlikölçer cihazını fark etti. Bu cihazın sadece askeri amaçlarla değil, aynı zamanda bilimsel araştırmalar için de kullanılabileceğini düşündü.
Hess, gemi açık denizde yol alırken, hatta savaşın ortasında bile derinlikölçeri hiç kapatmadı. Ve bu sayede, kimsenin beklemediği önemli bir keşif yaptı. Bulgularına göre, okyanus tabanı kalın bir tortul tabakayla kaplı değildi.
Aksine, eski alüvyonlara özgü kaygan bir balçık örtüsünden başka bir şey bulunmuyordu. Üstelik okyanus tabanı, kanyonlar, çatlaklar, yarıklar ve volkanik deniz dağlarıyla doluydu. Bu keşif, okyanus tabanının dinamik yapısını ortaya koyarak, yeryüzü biliminde devrim niteliğinde bir ilerleme sağladı.
Savaşın ardından, 1950’ler boyunca okyanus bilimciler okyanus tabanını ayrıntılı bir şekilde incelemeye başladılar. 1960 yılında alınan karot örnekleri, Atlantik Okyanusu’nun ortasındaki sırtlara yakın bölgelerin oldukça genç olduğunu, ancak doğuya ya da batıya doğru uzaklaştıkça okyanus tabanının giderek yaşlandığını ortaya koydu.
Bu bulgular üzerine bir değerlendirme yapan Harry Hess, bu durumun yalnızca tek bir açıklaması olabileceğini fark etti: Okyanus sırtlarının merkezindeki çöküntü hattının her iki yanında, sürekli olarak yeni okyanus kabuğu oluşuyordu. Yeni kabuk oluşurken, eski kabuk çöküntü hattından uzaklaşıyordu.
Hess ayrıca, okyanus kabuğunun kıta sınırlarında “dalma-batma” olarak bilinen bir süreçle yerkürenin içine doğru battığını öne sürdü. Bu teori, eksik olduğu düşünülen onca tortulun nereye kaybolduğunu açıklıyordu. Hess’in bu bulguları, günümüzde “deniz tabanı yayılması” olarak bilinen sürecin temelini oluşturdu. Ayrıca, levha tektoniği teorisinin kilit noktalarından biri haline geldi.
Kıtaların Kayması Fikrinden Levha Tektoniğine Geçiş
Bugün, yeryüzünün sekiz ila on iki büyük levha ile yaklaşık yirmi küçük levhadan oluştuğunu ve bu levhaların farklı yönlerde ve farklı hızlarda hareket ettiğini biliyoruz. Bazı levhalar büyük ve nispeten yavaş hareket ederken, bazıları küçük ancak oldukça hareketlidir.
Yerküre, kayaç yapılı gezegenler arasında tektonik etkinliğe sahip tek gezegen olmasıyla benzersizdir. Örneğin, Venüs, büyüklük ve yoğunluk açısından Yerküre’nin neredeyse ikizidir. Ancak, herhangi bir tektonik etkinlik göstermez. Tektoniğin, gezegenin “organik sağlığının” önemli bir parçası olduğu düşünülse de, bunu doğrulayan somut bir kanıt bulunmamaktadır.
Venüs bu açılardan Yerküre’nin neredeyse ikizidir, ama herhangi bir tektonik etkinliği yoktur. Tektoniğin, gezegenin organik sağlığının önemli bir parçası olduğu düşünülmektedir. Ama bu konuda da elimizde bir kanıt yoktur.
Bugün Alfred Wegener’in fikirleri bilim dünyasında kabul görmüş olsa da, kendisi bu başarısını göremedi. Grönland’da bir keşif gezisi sırasında, erzak almak için kamptan ayrıldı ve geri dönmedi. Aylar sonra donmuş bedeni bulundu ve bulunduğu yere defnedildi. Wegener, fikirleriyle modern jeolojinin temellerini atmış olsa da, yaşamı trajik bir şekilde sonlandı.
Kaynaklar ve ileri okumalar
- Wegener and His Theory of Continental Drift That Broke With Geologists. Yayınlanma tarihi: 30 Ekim 2022; bağlantı: https://www.bbvaopenmind.com
- George W. Black Jr. (1979) Frank Bursley Taylor — Forgotten Pioneer of Continental Drift. Journal of Geological Education, 27:2, 67-70, DOI: 10.5408/0022-1368-27.2.67
- Martínez-Frías J, Hochberg D, Rull F. A review of the contributions of Albert Einstein to earth sciences. Naturwissenschaften. 2006 Feb;93(2):66-71. doi: 10.1007/s00114-005-0076-8. Epub 2006 Feb 2. PMID: 16453104.
Matematiksel